25 Mayıs 2013 Cumartesi

Ayran İçtik Reyhanlı'dan Ayrı Düştük

Tarihler 11 Mayıs 2013'ü gösteriyordu. Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde gerçekleşen bombalı saldırıda resmi olarak 51 (gayri resmi olarak 177) vatandaşımız hayatını kaybederken yüzlercesi de yaralandı. Olayın gerçekleşmesinden sadece birkaç saat sonra İçişleri Bakanı Muammer Güler yaptığı açıklamasında son derece müthiş istihbarat belgeleri yayınladı: Patlatılan araçlar nereden sağlandı, kimler sağladı, nerede düzenlendi, özel bölümleri nasıldı, oraya patlayıcılar nasıl yerleştirildi, olay yerine nasıl getirildi araçlar? Sadece ufak bir nokta eksikti, 3-5 saat içinde gerçekleşen bu büyük istihbarat ne yazık ki bir gün önce sağlanamamış ve vatandaşlarımızın hayatını kurtaramamıştık. Tespitler olayı gerçekleştiren örgütün adından, bütün bağlantılarının ortaya konmasına kadar devam etti. Helal olsundu. Ancak bir olay bu kadar güzel aydınlatılırdı. Tabi düşünen beyinler için hala ciddi soru işaretleri vardı ama olsundu. 30 yıldır faliyet göstermeyen El Muheberat(Suriye Gizli İstihbarat Örgütü) bağlantılı Acilciler neden böyle bir olaya girmişti? Yeni bir cephe açmanın, Türkiye'yi bu vesileyle tüm NATO ülkelerini iyice karşısına almanın Suriye'ye ne gibi bir faydası vardı hiç sorgulanmadı ama olsundu. Bombalı eylemin bir numaraları sanığının, her ne hikmetse kameraları olmayan sınır kapısından yüzlerce kez geçmesinin, bölgedeki Mobeselerin faal olmamasının (!) da son kertede bir önemi yoktu. Devlet büyüklerimizden daha iyi bilecek halimiz yoktu elbette. Genç bir kızın boğazını kesip İstanbul'un göbeğinde bir villada aylarca saklanan ve teslim olmadan bulanamayan Cem Garipoğlu örneği varken; 1993 yılında katledilen Uğur Mumcu, 1999'da öldürülen Ahmet Taner Kışlalı, 2007'de yaşamına son verilen Hrant Dink cinayetleri aydınlığa kavuşturulamamışken, bir kapkaçcıyı, hırsızı aylarca yakalayamayan devlet nasıl bir hikmetse olayın zanlılarını hemencecik yakalayıvermesi de önemsizdi haliyle. Tabi bölge halkı durumdan aylar öncesinden haberdardı ama biz dilsiz şeytanı oynamış ve olanlara bütün ülke olarak gözlerimizi kapatmıştık.


Tabi bu kadar bilinçli insanımız varken, olayları bu kadar enine boyuna değerlendirip Büyük Ortadoğu Projesi'ne kadar vardığını gören aslan yürekli yurttaşlarımız varken, geriye kalan ve büyük çoğunluğu oluşturan halk olaylardan etkilenmesin, terörün reklamı yapılmasın, kanıtlar karartılmasın diye(!) hemen yayın yasağı geldi.

Videoda da görebileceğiniz zaten her bilgiye ulaşmaya bu denli aç, bu denli sorgulayan, çevresine ve yaşadığı ülkede gerçekleşen olaylara bu denli duyarlı insanlar(!) da bu yayın yasağı sayesinde yeniden normal hayatlarına hiç bir şey olmamış gibi dönüyordu. 1:55'teki AKP seçmeni olduğuna kalıbımı basacağım amca zaten durumu özetliyordu: "Valla ne deyim pek bir şey anladığım yok. Milletimiz halkımız iyidir, allah razı olsun. Bi vukuat bir şey yok". Amcam unuttu ama ben yeri gelmişken ekleyim. Allah başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan razı olsun.

Bütün bu olaylar olurken tabi haliyle sizler hükümetimizin başı, 3. havaalanının nereye yapılacağından, 3. köprünün nereden geçeceğine, İstanbul'u nereden ikiye ayırmamız gerektiğinden, hangi heykelin ucube olduğu gerekçesiyle yıkılması gerektiğine, hangi binanın traşlanması gerektiğinden, hangi teröriste kefil olunması gerektiğine, hangi diktatörün kardeş hangisinin katil olması gerektiğinden, kaç çocuk doğurmamız gerektiğine kadar ülke kararlarında bu denli etkin olan Recep Tayyip Erdoğan'ın ne yaptığını merak ettiniz. Eğer sizler İngiltere Başbakanı David Cameron'un 1 vatandaşının ölümü üzerine yaptığı gibi gezisini yarıda bırakıp hemen Reyhanlı'ya gittiğini, vatandaşlarını korumak için gerekli önlemleri ivedikle aldırdığını, halkın yaralarını sarmak için gerekli önlemleri aldığını düşünüyorsanız malesef ki yanılıyorsunuz. Haşmetlimiz olaylar yaşandıktan sonra askerlerinin sağ salim yurtlarına dönmesi için dua ettiği Amerika'nın Washington şehrinde Obama ile aynı yağmur altında beraber ıslanıyor, Suriye'de alınacak kararlar için Amerika ile her konuda mutabık olduklarını beyan ediyordu. Peki bir başbakanın öncelikli görevi vatandaşlarının can güvenliği, huzuru değil midir? Ne işi vardır öyleyse başbakanımızın günler torbaya girmiş gibi Amerika'da. Yoksa bütün bu olanlar BOP projesinin bir parçası mıdır? Hilary Clinton'un ağzından bir türlü düşürmediği, başbakanımızın bizzat eşbaşkanı olduğu ve Orta Doğu'da sınırları yeniden çizecek herkesin artık malumu olan bu projenin bir basamağı mıdır acaba bu olaylar? Bölgede teröristlerın, tecavüzcülerın, eli kanlı katillerin cirit atmasının hatta ve hatta PKK'nın göstermelik silahlarla geri çekilmesinin nihai amacı acaba Suriye'de Esad rejimini sona erdirip tıpkı Irak'ta daha önce yapılanlar gibi etnisite temelli yeni haritalar oluşturmak mıdır? 

Olayları böyle değerlendirdiğimizde bu patlamanın Suriye'ye ne gibi bir faydası olabilir? Yıllarca haberlerden takip ettiğimiz bayram dolayısıyla sınırlar açıldı, Türkiye ve Suriye'deki vatandaşlar buluşup kucaklaştı haberleri daha hafızalarda tazeliğini korurken; eğer birileri kendi vatandaşlarının kanı üzerinden pazarlık yapıyorsa, çıkar bekliyorsa, iktadar güçlerini ağa babalarının sırtına dayıyorsa elbette ki ne tarih, ne vicdanlar ne da Allah onları affedecektir. İslam'a bana öte dünyada sorulacak ey Türkiye Cumhuriyet'i Başbakanı, katledilen bebekler için ne yaptın bilgisizliği çercevesinde bakanların, hamesat soslu ve sadece Türkiye gibi, anlamını bilmeden hergün Fatiha'yı yüzlerce kez okuyanların, sırf müslüman diye bir partiye oy verenlerin, Reyhanlı'da bunca can gitmişken adını duymayanların, bir şeyi bilmemenin ne olduğunu bilmeyen ver her konuda ahkam kesenlerin yaşam sürdüğü bu coğrafyada dış mihrak destekli iktidar olmak ne bir ölçü, ne bir başarıdır. Yarın öte dünyada sorulduğunda Reyhanlı'da katledilen bebeklerin üzerinde başbakan olarak vebalin varsa eğer, makam mevki sahibi olarak değil, bir vatandaş olarak düşünmek ve şimdiden vereceğin veballeri hesaplaman gerekmektedir.

Biz Dışişleri bakanımız, komşularla sıfır sorundan sıfır komşu politikasının mimarı Ahmet Davutoğlu'nun engin tavsiyelerini dinleyip bu tarz bomba olaylarına alışmaya çalışırken, başbakanımız hafif de olsa (14 gün) rotarlı bir şekilde Reyhanlı'ya gitti. Geçtiğimiz günlerde koruma sayısı 1500'den 1800'e çıkarılan belki de Cumhuriyet tarihin en sevilen başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan(!), çevre illerden ve şehirlerden aleni bir şekilde davetiyeler dağıtılarak toplanan bindirilmiş kıtalarına yine hamaset dolu bir konuşma yaptı(http://www.milliyet.tv/video-izle/Basbakan-Reyhanli-da-QLc36Ut4l70y.html ). Sayıları 1 milyona dayanan ama kendisine göre 300 bin olan Suriyeli mültecilerin kardeşimiz olduğundan, olayı Hz. Muhammed'in yaptığı Hicret'e getirip Hataylıların Ensar olduğundan bahsetti. Tabi normalde insan yaralıları ziyaret etmesini, ölen vatandaşlarımızın evine taziye ziyaretinde bulunmasını ve bu olayın tekrar etmemesi için elinden geleni yapmasını bekliyor. Ellerine bayrak tutuşturulan şakşakcılara konulan başbakan ise inciler dökmekle meşgul. Hele iki cümlesi var ki evlere şenlik. "İnşallah en kısa sürede muhalif güçler Esad'ı indirir. Reyhanlı'ya olayın ardından hemen gelseydim bazı malum çevreler bu olayı farklı değerlendirebilirdi." Hele ikinci açıklamayı insanın hafsalası almaz, adeta nutku tutulur. 51 vatandaş ölmüş, bazı malum çevreler farklı değerlendirirmiş. Amerika'dan hicazet alamadım demenin farklı bir versiyonu sanırım.

Bildiğiniz üzere bundan birkaç ay önce başbakan alakasız bir şekilde çıkıp milli içkimizin (ki içki alkollü içecek demektir) ayran olduğundan bahsetti. Sonra bunun boyuna tartışması yapıldı. Reyhanlı olayından sonra ise jet hızıyla gündemi değiştirmek adına alkolle ilgili birçok kanun çıkarıldı. Bunlardan en önemlileri şunlar: 22-06 saatleri arasında parekende alkol satışı yapılmayacak, alkol limiti 1 promilden 0.5'e indirilecek ve alkolmetreye üflemeyenlere 2000 TL para cezası verilecek. Alkol yasağıyla ilgili partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında konuşan başbakanımız bilimsel değerlere dayandığı her halinden belli açıklamasında şöyle diyordu: "Biz gece gündüz kafası kıyak gezen nesil istemiyoruz." Daha önce tinerci değil dindar nesil isteyen Erdoğan bu sefer açıklamasını adeta revize ediyordu. Batı'dan alındığını belirttiği bu kurallarda gençleri ilim ve irfana yönelteceklerini açıklıyordu. Nedense batının özgürlüklerini, insan hayatına saygısını almak yerine içki yasaklarını alıyordu. Ee madem ülkede istemediklerimizden bahsediyoruz.

Ben de 800 lira asgari ücret alan vatandaş istemiyorum, milyonlarca işsiz insan istemiyorum, Cumhuriyet Bayramı'nı kutlarken, en ufak bir şeyi protesto ederken gaz bombası yemek, coplanıp yerlerde sürüklenmek istemiyorum, el kaideciler, talibanlar, teröristler bir bir salınırken daha suçunun ne olduğu belli olmadan yıllarca hapis yatan gazeteciler askerler istemiyorum, kaç çocuk yapacağımdan, karımın kürtaj yapıp yapmamasına kadar karışan bir başbakan istemiyorum, çiftçiyi anasıyla gönderenleri istemiyorum, metal işareti yaptı diye, okul yemekhanesini protesto etti diye gençlerin hapse atılmasını istemiyorum, her 10 Kasım'da 29 Ekim'de ya kulağı ağıran ya da soğuk algınlığı olan devlet erkanı istemiyorum, kardeşi kardeşe müslümanı müslümana kırdıran, kendi emelleri için vatandaşının canını hiçe sayanları istemiyorum, balkonlarda konuşurken herkesin görüşüne saygılıyım deyip insanları ötekileştirenleri istemiyorum, yargıyı, TSK'yı, emniyeti egemenliği altına alıp ülkede adeta diktatörlük kuranları istemiyorum, indir deyince indiren kaldır deyince kaldıran milletvekili istemiyorum, oğullarına gemicik alanları kızlarına 25-30 gitmesi gerekenleri istemiyorum, Cumhuriyetle laiklikle sorunu olanları istemiyorum, milyonlarca türbanlının daha sigortası olmadan çalıştırılırken onların sırf dini inançlarını kullanarak siyaset yapanları istemiyorum, kendi yandaşını semirten, gönüldaşlarını jiplerden indirmeyenleri istemiyorum, atanamadığı için intiharlara sürüklenen öğretmenler istemiyorum, mod medyanla istediği üniversitelere sokulan cemaatçileri görmek istemiyorum, sırf bakan kızı diye Hacettepe'de tıp okuyanları istemiyorum, daha körpecik çocukların uyuşturucu batağına sürüklenmelerine ses etmeyenleri, milyonlarca çocuk işçi için bir şey yapmayı bırakın 4+4+4 saçmalığı altında onları erken yaştan okuldan uzaklaştıranları, kız çocuklarını okullardan koparanları istemiyorum, sırf formasındaki sarının yanında kırmızı yerine lacivert var diye insanların öldüğü bir ülke istemiyorum...

Ey sen Türkiye başbakanı. Bunca sorunu çözmek yerine, 18 yaşından büyük olarak zaten kanun önünde de reşit olmuş ve çocukluktan çıkmış insanları koruma adı altında gündemi değiştirmeye çalışan Recep Tayyip Erdoğan; Fransa'da kişi başına düşen alkol tüketimi 12 litre, Almanya'da 11.6 litre, Avrupa Birliği'nde 10.7, Amerika'da 8.7 iken kişi başı alkol tüketimi 1.5 litre olan Türkiye'de başka sorun yokmuş gibi alkolle uğraşan zat, var olan kanunları uygulanmasını sağlamak yerine hafızalarının balık olduğundan istifade ettiğin çoğu vatandaşını kandırabilirsin belki ama bundan emin olabilirsin ki bu ülkenin aklı başında evlatları neyin ne olduğunun son derece farkında.  

En derin saygılarımla,

12 Mayıs 2013 Pazar

Bir Mühendisin Gezi Rehberi-Sofya

Evet sevgili dostlar. Bu sefer sizinle paylaşmak istediğim şehir Bulgaristan'ın başkenti Sofya.


Bulgaristan, batıda Sırbistan ve Makedonya, doğuda Karadeniz, kuzeyde Romanya, güneyde Yunanistan, güneydoğuda Türkiye ile çevrilidir. 110 bin 994 kilometrekarelik yüzölçümüyle Avrupa'nın en büyük 16. ülkesidir. Başkenti Sofya olan ülkenin nüfusunun % 83.9'unu Bulgarlar, % 8.8'ini Türkler, % 4.7'sini Romenler ve % 2'sini de diğer unsurlar oluşturmaktadır. 2011 nüfus sayımına göre nüfusu 7.3 milyondur. 2008 yılı verilerine göre kişi başı gayri safi milli hasılası 12.250$'dır. Para birimi Lev olan Bulgaristan 1 Ocak 2007'den beri Avrupa Birliği, 2004'ten beri de NATO'nun üyesidir. 

Tarihsel olarak Bulgaristan'ın ilk sakinleri Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan Traklardır. (Antik çağda bugünkü Trakya, Bulgaristan ve Kuzey Yunanistan'da yaşamış, MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender'in topraklarını ele geçirmesiyle asimile olmuş bir kavimdir. Heredot'a göre Hindulardan sonra dünya üzerindeki en kalabalık halk idiler.) Milatla birlikte ülke önce Roma İmparatorluğu, sonraysa Bizans İmparatorluğu egemenliğine girer. Bizans İmparatorluğu yıkılıncaya değin Bizans ile savaşıp hâkimiyet alanlarını genişleten Bulgarlar, 1018-1186 yılları arasında yeniden Bizans İmparatorluğu'nun egemenliğine girmiştir. 14. yüzyılda Türklerin Rumeli'ye çıkmasından sonra bağımsızlıklarını yitirerek Osmanlı Devleti'nin egemenliğine girmişlerdir. Osmanlı Devleti'nin gerilemeye başlaması ve Çarlık Rusyası'nın da desteğiyle, Balkanların tümünde olduğu gibi Bulgaristan'da da ulusal kurtuluş hareketi alevlenmiş, 93 Harbi'nden yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti, Bulgaristan'ı 1878 yılında içişlerinde bağımsız prenslik olarak, 1908 senesinde ise tam bağımsız çarlık olarak tanımıştır. I. Dünya Savaşın'nda Osmanlılarla aynı cephede savaşa katılan Bulgaristan, II. Dünya Savaşı'na da Almanya saflarında katılarak her iki savaştan da yenilgiyle çıkmıştır. II. Dünya Savaşı'nın ardından Balkanlar'da ilerleyen Sovyet ordusunun da yardımıyla Georgi Dimitrov önderliğinde sosyalist rejime geçen ülke, soğuk savaş yıllarında Varşova Paktı'nın üyesi olarak kalmıştır. Doğu Bloku'nun çözülmesiyle 1990 yılında sosyalist rejimin yıkıldığı Bulgaristan, komşusu Türkiye ile olan ilişkilerini oldukça olumlu bir temele oturtmuştur.

Sofya Bulgaristan'ın en büyük şehri ve başkentidir. Nüfusu 1.3 milyondur. Avrupa'nın içinden nehir geçmeyen nadir başkentlerinden biri konumundadır. Daha önce bahsettiğim üzere Bulgaristan'ın para birimi lev ve bugünün kuruyla 1 euro 1.955 leve denk geliyor, 1 TL ise 0.817 lev.

Aklınıza gelmiştir heralde bir insanın bunca şehir ve ülke dururken Sofya da ne işi olur. Esasen ben de kendime aynı soruyu sordum, lakin insanın Avrupa'daki 3-4 ülke dışında hepsini gezmiş bir arkadaşı olunca (ki kendisi üstün ırka mensup ve bir Norveçli) böyle spontan planlar insanın karşısına çıkıyor ve niye sorusuna niye olmasın cevabıyla yaklaşabiliyorsunuz.

Öncelikle bir hususa açıklık getireyim. Bulgaristan evet bir Avrupa Birliği üyesi ama Schengen ülkesi değil. İş bu sebepten ötürü diğer Avrupa Birliği ülkelerine aldığınız vizeyle malesef Bulgaristan'a giremiyorsunuz ve Bulgaristan için ayrıca vize almanız gerekiyor. Fakat Schengen ülkelerinden herhangi birinden oturma iznine sahipseniz ki ben bu durumdan yırttım 3 aya kadar Bulgaristan'da kalabilirsiniz.

Ne Zaman Gitmeli?
Türkiye'de yaşadığınızı varsayarsak Sofya'ya gitme aşkıyla yanıp tutuşuyorsunuz ve bunun için bilakis vize bile çıkardınız. Peki ne zaman gitmek daha mantıklı? Sofya'da karasal iklimin hüküm sürdüğünü düşünürsek havaların çok kavurucu olmadığı Nisan-Haziran ya da Eylül-Ekim aylarında gitmek daha akıl karı olacaktır. Nisan'da ortalama sıcaklığın 15 derece olması hasebiyle belkide en mantıklı tercih Mayıs-Haziran arası olacaktır. THY ile Mayıs ayında bir haftasonu ortalama 450-500 liraya Sofya'ya gidiş dönüş uçak bileti almak mümkün. Avrupa içinde Bulgaria Air'i kullanabilirsiniz. Merak etmeyin ecel turdan hallice ve kuş kanadında uçmuyorsunuz içiniz rahat olsun.

Nerede Kalınır?
Ben arkadaşlarla Mostel isimli bir hostelde kaldım. Gayet temiz, güvenli, 24 saat resepsiyonu olan, merkezi bir hostel. Herkesin kendine özel kilitli ufak bir dolabı var. Çarşafları gayet temiz ve sıcak bir ortam. 4 kişilik odanın günlüğü kişi başı 13 euro ve bu fıyata sabah açık büfe kahvaltı, akşam 1 bira ve 1 tabak makarna dahil. Bununla birlikte Canape Connection ve YHA Levitt'de kalanlar tarafından yüksek oy almış diğer hosteller. Uygun hostellere www.hostelworld.com ya da www.hostelbookers.com adresinden ulaşabilirsiniz. Bulgaristan genel itibariyle pek pahalı bir ülke olmadığı için biraz paranıza kıyıp otelde kalabilir veya kısa süreli ev kiralama sitelerini kullanarak gayet makul fiyatlara kalacak yer temin edebilirsiniz.

Ne Yenir Ne İçilir?
Kaldığınız otelin muhtemelen size vereceği haritada turistlerin gitmesi gereken ve biraz kazıklanma ihtimalini her zaman içinde bulunduran restoran önerileri olacaktır. İlk gün akşam 19:30'da hostele ulaştığımızdan bile bile lades dedik ve bu restoranlardan birine gittik.


Manastirska Magernitsa isimli bu restoran Han Asparut sokağında. Tabi bu arada Bulgar alfabesi Kiril olduğu ve ana caddeler dışındaki sokaklarda latin alfabesiyle olan karşılıkları yazılmadığı için elinizdeki haritanın sadece latin harflerini içermediğinden emin olsanız akıllıca bir iş yapmış olursunuz. Bu ek bilgiden sonra tekrar restorana döneyim. Restoranda lokal öğeler hakim, akşam canlı müzik var ve dekorasyonu Bulgar kültürünü yansıtıyor. Daha sonra öğrendiğimiz üzere fıyatları biraz tuzlu (yine de Türkiye'deki kalburüstü herhangi bir mekanla mukayese götürmez) fakat kaliteli bir şeyler yemek istiyorsanız bence değer. Ben kendim tavşan eti (22 levdi yani yaklaşık 16.5 lira pahalıdan kastım da bu) ve bufalo peyniri yedim ve baya lezzetliydiler.


Bununla birlikte Wymehceko, Zagorka, Kamenitza isimli yerel biraları deneyebilirsiniz. Ben şarabını denemedim ama tadan arkadaşlarım fena olmadığını söylediler. Ayrıca rakı adı verilen bir içecekleri mevcut fakat bizdeki rakıyla karıştırmayın çünkü tadı çok farklı. İlaveten, kendi pişirdikleri ekmek de bir hayli lezzetli. Tuz, biber karışımı bir baharatla servis ediliyor.

Yemek için önereceğim ikinci yer Slavianska'daki İzbata. Ben nedense İzbata'yı çok sevdim. Yine Bulgar öğeleriyle dekore edilmiş, arka planda çalan Balkan müzikleriyle sizi karşılayan mekanda fiyatlar daha uygun ve yemekleri son derece lezzetli. Bu mekanda önereceğim yemek babina pila. Tavuk göğsünün arasına ıspanak peynir karışımı bir harç ve etrafında börek ve yanında sebzeli pilav. Bu yöresel yemeği beğeneceğinizden eminim. Bununla birlikte şimdi adını hatırlamadığım tavuk kısmındaki mantarlı pilavlı 4. yemeği ve 5. yemeği de alabilirsiniz. Yanına mutlaka peynirli ekmek istediğinizi söyleyin. Bizdeki peynirli bazlamaya denk gelen ekmek tek kelimeyle enfes.

Sofya çok büyük bir şehir değil. Bu yüzden gezerken gördüğünüz güzel bir restoranda da yemek yiyebilirsiniz. Kimi zaman 2 kişi, ana menü ve 2 biraya 5 euro yani yaklaşık 11-12 liraya yemek yemeniz mümkün fakat yemek tercihlerinde biraz dikkatlı olmanızı öneririm. Lakin beraber gittiğim 2 arkadaşım yemekten zehirlendi. Yani biz öyle düşündük. Her ne kadar biriyle aşağı yukarı aynı şeyleri yesem ve herhangi bir yerden kaptıkları bakteri ya da virüsten dolayı rahatsızlanmaları olası olsa da yemek seçimlerinde ihtiyatlı olmakta fayda olduğu kanaatindeyim. Gezecez diye motoru bozup, arkadaşlara malzeme olmaya, herkes uçağa binmeye hareketlenirken ters yöne koşup billur malzemesi olmaya gerek yok.

Nereye Gidilir?
Bloğu takip eden arkadaşlar lan sen de sürekli free tourla gezin diyosun onu bizde biliyoruz diyebilir. Fakat edindiğim tecrübeler bir şehri en iyi gezmenin bahşiş mantığıyla çalışan, genelde tarihe ve kültüre hakim öğrencilerin gerçekleştirdiği ve sizin bir binaya aa ne güzel diye bakıp geçtiğiniz yerde sizin görmediğiniz, farketmediğiniz perspektiflerden yaklaşmanızı sağlayan bu imkanı değerlendirmek gayet rasyonel olacaktır. Hadi yine iyisiniz Sofya'da da free tour mevcut. Alabin sokağındaki adalet sarayının önünden başlayan, sabah 11 ve akşam 18 olmak üzere günde iki kere düzenlenen tur yaklaşık 2.5 saat sürüyor. Bu süre zarfında Bulgaristan ve Sofya tarihini, binaların yapılışı, tarihi dokusu ve hikayelerini öğrenebilirsiniz. Gerek görürseniz ertesi gün ya da ilerleyen saatlerde beğendiğiniz yere tekrar gidip daha ayrıntılı inceleyebilirsiniz. Bu tur sırasında malesef hiç bir binanın içine girilmiyor. Gezerken beğendiğiniz yerleri haritanızda işaretler ya da tur sonunda rehbere nerede olduklarını göstermesini isterseniz tekrar bulmanız kolaylaşır. Sofya 1 maksimum 2 günde gezilecek bir şehir bu yüzden bir haftasonu yeterli.

Elbette demir perde bloğundan kurtulduğu yılları takriben 90'lı yılların başında gitme şansımız olsaydı daha samimi, daha özgün ve daha karakteristik bir Sofya ile karşılaşmamız mümkündü. Her ne kadar globalleşen ve batılaşma gayesi içinde olan dünyada ülkeler bir şekilde tek düzeleşse de Bulgaristan'da bu hızın çok da yüksek olmadığını görmek mümkün. Avrupa Birliği'nde olsalar da bunun ekonomik gelişim ve modernleşmeden ziyade politik ve dinsel olduğunu farketmek için şehirde şöyle bir tur atmak yeterli. Kırık dökük, harabe, kaderine terk edilmiş binalar; her yerden sarkan kablolar, diğer Avrupa şehirlerine nazaran kirli sokaklar adeta bunun ispatı niteliğinde.


Bütün bunlara rağmen Sofya yinede uzun yıllara dayanan bir tarihe ve kültüre ev sahipliği yapması hasebiyle kendisini ziyaret edenleri çok da eli boş gönderen bir şehir değil.

Şehirde gezilmesi gereken yerlerden ilki turun da başladığı yer olan adalet sarayı yani Court House.


Burdan devam ettiğiniz zaman 3 dinin ibadethanesine (Cami, Kilise, Sinagog) ev sahipliği yapan Sveta Nedelia Meydanı'na ulaşıyorsunuz. Bu meydandaki ilk anlatmak istediğim yapı Saint Sunday Lord Kilisesi.


Bulgarlar Ortadoks olduğu için kiliselerin dış görünüşlerinin katolik kiliselerinden farklı olduğunu farketmişsinizdir. Bu kilisenin Bulgar tarihinde ayrı bir yeri var. Bulgaristan 1908 yilinda Osmanlı'dan bağımsızlığını kazandıktan sonra monarşi ile yönetilmeye başlandı. Başa önce vurulmasıyla 1. dünya savaşının başlamasına sebep olan 1. Ferdinand getirildi desem sorgulamadan üstüne atlayacaksınız. Malesef Avusturyalı olmaları dışında 30 sene aralıkla ölen bu iki zatın pek bir ortak noktası yok. Birinci Dünya Harbi sona erdiğinde bulunduğu saf itibariyle mağlup olan Bulgaristan'da 1.Ferdinand tahtı oğlu 3.Boris'e terkedip ömrünün geri kalanını Coburg'da geçiriyor. 3. Boris ikinci Dünya savasinin sonlarına değin ülkeyi monarşi ile yönetiyor. Diyeceksiniz bunları niye anlatıyosun kiliseyle alakası ne? Alakası şu: Rusya Bolşevik İhtilali'nden sonra Bulgaristan'ın da kendi gibi komunizm ile (tabi biz bunun sosyalizm olduğunu biliyoruz arzu edenler komunizm ve sosyalizmi anlattığım yazımı okuyabilir) yönetilmesini istiyor ve bu uğurda ciddi baskılar yapıyorlar Bulgarlara. Bulgarlar ise başta bu olaya ayak diriyorlar. Ta ki 1925 yılının nisan ayının 14'üne kadar. General Konstantin Georgiev'in cenazesi için Saint Sunday Lord (diğer adıyla St. Nedelia) kilisesi önünde toplanan tüm üst düzey askerlerin hazır bulunduğu cenaze töreni sırasında kilisenin çatısına daha önceden Bulgaristan Komunist Partisi'nce (Rusya destekli) yerleştirilen bomba patlıyor ve patlamanın ve dağılan parçaların etkisiyle yaklaşık 150 kişi ölüyor ve 500 kişi yaralanıyordu. Her ne kadar cenazeye geç katılan 3. Boris kaderin cilvesiyle hayatta kalsa da Bulgaristan 1. Dünya, 2. Dünya ve Balkan savaşlarının toplamında kaybettiğinden daha fazla üst düzey komutanı ve üst düzey yetkiliyi bu patlamada kaybediyor ve daha sonra Rusya'nın istediği yönetim şekline geçiyordu.

Bu meydanda anlatmak istediğim 2. yapı Kadı Seyfullah Efendi Camii. 1567 yılında Mimar Sinan tarafından yaptırılan cami (bazı kaynaklar aksini iddia etse de) bugun de hala eski ihtişamını koruyor. Cami ibadete açık ve önünde Türk bir bekçi bekliyor.


 Bulgaristan'ın Yahudi tarihindeki önemi büyük. Milyonlarca yahudinin katledildiği Nazi Almanya'sı döneminde, yine Almanya tarafından yönetilen Bulgaristan'da Çar 3. Boris biraz oyalama taktikleri biraz da şehrin yenilenmesi için yahudilere ihtiyaçı olduğunu söyleyerek yaklaşık 48 bin yahudiyi nazi kamplarına göndermekten kurtarmış. Her ne kadar yürürlüğe soktuğu Millet Koruma Kanunu ile Yahudilerin oy kullanma, hükûmette görev alma, devlet işlerinde çalışma, orduya katılma, bir Bulgar'la evlenme veya birlikte yaşama, Bulgar isimleri kullanma ve toprak sahibi olma hakları elinden alınsa; üniversiteye gidebilecek Yahudi sayısına da kota getirilse ve toplamda 14 bin yahudi bu kamplara gitmekten kurtarılamasa da yine de bunca canı hayatta tutmak büyük başarı.

Şehirde Sveta Nedelia Meydanı'nda bir de sinagog mevcut. Restorasyon çalışmaları nedeniyle baya yeni gözüken sinagog şehirde şaşırtıcı olmayan bir şekilde, yahudi düsturunca gezmek için para vermeniz gereken tek ibadethane niteliğinde.

Sofya deyip de Saint Sofia'yı anmamak olmaz. Doğum tarihi tam bilinmeyen ve İtalya'da hayata gözlerini açan Saint Sofia the Martyr, 137 yılında yaşamını kaybetmiş. St. Sofia'nın hikayesini trajik yapan kızlarının başına gelenler. Kızları Faith (kader, 12), Hope (umut, 10), ve Love (aşk, 9) hristiyandı, Romalılar o zamanlar Pagan olduklarından dolayı kızlar Romalı gardiyanlar tarafından büyükten küçüğe doğru tek tek işkence edilip öldürülmüş. St. Sofia kızlarını gömdükten sonra mezarları başında 3 gün boyunca yas tutuyor ve acılarına dayanamayıp o da hayata gözlerini yumuyor. Daha sonra kilise tarafından azize ilan ediliyor ve 6. yüzyılda adına 14. yüzyılda Osmanlı döneminde de şehre adını verecek St. Sofia kilisesi inşaa ediliyor. St. Sofia'nın Sofya'da Sveta Nedelia Meydanı'nda yaklaşık 20 metrelik bir heykeli mevcut.


 6. yüzyılda yapılan Hagia Sophia Church (Hacı Sofya Kilisesi) Sofya'da bulunan St. George kilisesiyle birlikte en eski 2-3 yapıdan bir tanesi. Dışarıdan her ne kadar pek kiliseye benzemese de ortadoks öğelerle süslenmiş içi büyüleyici (malesef Sofya'da kiliselerin çoğunun içinde fotoğraf çekmek yasak o yüzden içini gösteremiyorum ama dileyenler internetten bulabilir).


Bu kiliseye ait bir diğer ilginç detay da çanı. Normalde bir kilisenin çanı tepesinde bulunur. Fakat çok eski olan bu kiliseye çan koyulmamış. Daha sonra çan koyma gereği hissedildiğinde ise bu sefer binanın mimarisi gereği koyulacak yer bulunamamış. Pratik zekalı Bulgarlar çareyi çanı binanın önündeki ağaca asmakta bulmuşlar.


Gezilmesi gereken bir diğer yer Alexander Nevski Katedrali. Yapıldığı zaman Balkanların en büyük katedrali olan yapının çatısı tamamiyle som altından yapılmış ve 24 saat çevresinde güvenlik bekliyor. Belli ki bizdeki en büyük camiyi, en büyük havaalanını en büyük kaldırım taşını biz yapacaz anlayışı Balkan ırklarında da olacak ki daha sonra Sırplar daha büyük bir katedral yapmış.


Bir diğer eski kilise ise belki de ülkedeki en eski kilise olan St. George Kilisesi. Milattan sonra 4. yüzyılda yapılan kilise ilk başta pagan ibadethanesi olarak yapılmış. Daha sonra kilise olarak hizmet veren bina Osmanlı döneminde camiye çevrilmiş. Bulgaristan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra tekrar kilise görünümüne sokulmuş. Kilise içinde bulunan freskler gerçekten muazzam ve yaklaşık 1700 yıllık bir tarihe ışık tutuyor.


Bu tür gezi yazılarında genelde gitmenizi salık verilen yerler anlatılır. Ben bu klişeye son vermek adına bu yazımda gitmemeniz gereken bir yerden bahsedecem. Bu yer Lady Market olarak geçen kadınlar pazarı.

Ne kadar at hırsızı tipli yankesici, kapkaçcı, dolandırıcı var sanırsın buraya toplanmış. Yanımdan tipinde meymenet olan tek bir insan geçmedi. Ufak çocukları bile yankesicilik için bilemişler sürekli etrafınızda pir dönüyorlar. Tavlada dedikleri gibi dediğimi yapın yaptığımı yapmayın.

Sofya başta olmak üzere Bulgaristan'daki bir diğer önemli olgu casinolar. Neredeyse adım başı bir tane görmek mümkün. Geliriniz ne kadar olursa olsun 10% vergi uygulanan Bulgaristan yatırımcılar ve özellikle kumar endüstrisi için de bulunmaz bir nimet.

Lafı uzatmadan mühendis kardeşlerimin en önem verdiği unsur olan gece hayatına geleyim. Bulgar kızlarının içinde baya güzelleri var aksini söylersem bi taraflarım yamulur lakin çok büyük beklentilerle gitmeyin. Yurttaşlarımızdan dünyanın dört bir yanında olduğu gibi burda da pek haz edilmiyor. Türküm deyince insanların malesef çehresi düşüyor. Bununla birlikte içki oldukça ucuz. Votka portakalı 4-5 leve yani 3-4 türk lirasına, birayı 3-4 leve bulmanız mümkün. Kalburüstü mekanlar 10 lev gibi bir giriş ücreti istiyorlar. Müzikler pek yabancısı olmadığımız türden. Gece kulübü olarak ilk önereceğim mekan Chervilo (türkçesi ruj), Tsar Osvobotidel 9'da bulunan mekana tadilattan dolayı biz giremedik ama Bulgar arkadaşlar iyi bir yer olduğuna dair fikir birliğine vardı. Diğer tavsiye edeceğim yer Rock & Rolla. Graf Ignatiev 1'de bulunan bu rock barda haleti ruhiyetinize de bağlı olmakla beraber keyifli zaman geçirebilirsiniz. Bu noktada uzak durmanızı istediğim mekan Narodno Sabranie 4'te bulunan Tequilla Club. 10 lev girişi bulunan bu mekan tam bir soyguncu yuvası. Bir cin tonikin 14 lev olduğu (Türkiye'ye göre hala belki hesaplı ama Bulgar ölçülerinin Reina'sı) bu mekanda mafyavari tipte elemanlar dikkat çekiyor. En ufak bir yanlışınızı gözleyen bu şeker kardeşlerimle başınız derde girmesin istiyorsanız burdan uzak durmakta fayda var. Bu mekanın yanında bulunan Bedroom'da benzer konsepte oturtulmuş fakat içinde pek durmadığım için pek yorumda bulunamayacağım. Hristo Botev 61'de bulunan Sin City neredeyse hergün canlı müzik olan bir yer. Bu yüzden denemeye değer. Bu gece kulübü önerilerinden sonra bar olarak önereceğim yer By the Way. İşletmecisinin yurtdışı tecrübesi olduğu çok belli. Gayet elit ve nezih bir yer. İnsanlarla muhabbet edebileceğiniz (muhabbeti ne noktalara taşıyacağınız size kalmış) ve diğer kulüplere geçmeden ısınma turlarını başarıyla atacağınız güzel bir adres. Rakovski Street 166'da bulunan mekan her gün saat gece 1'e kadar hizmet veriyor.

Evet sevgili lev (aslan anlamına geliyor yani Levski Sofya takımı, Sofya'nın aslanları demek) yürekli mühendis kardeşlerim ve gezmeyi sever dostlar. Bir yazının daha böylece sonuna geldik. Dilerim gönlünüzce bir tatil olur esen kalın.

Vatan Haini

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt  
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.