15 Aralık 2012 Cumartesi

Derin nefes alip allah cok sukur diyen dayiyla ekonomi uzerine...

Halimize cok sukur. Ac degiliz acikta degiliz. Yani ac bile olsak saolsun devlet buyuklerimiz bizi dusunuyor. Belediyelerde kazanlar kayniyor, makarnalar, yardim paketleri evlerimize kadar geliyor. Hamdolsun bu gunumuze. Elektrik olmayan koylerimize elektrikli battaniyesine, buzdolabina kadar yolluyorlar. Komurumuz de, sobamiz da benim valimden. Zaten evlerimize kamyonla bizzat kendisi elden dagittigi gunden beri ucmus durumda memleketimiz. Ne diyordum, ha allah bu gunlerimizi aratmasin, ama akil fikir vermesin bize, vermesin ki dusunmeyelim niye aciz, aciktayiz, neden yardim paketlerine muhtaciz, neden insanca onurlu bir sekilde yasamak dururken el acmamiz gerekiyor bizi yonetenlere.


Soramiyoruz ama bu soruyu. Cunku bilincsiziz, cunku egitimsiziz, cunku hak nedir, nasil aranir bilmiyoruz. Aslina bakarsaniz okuma yazma da bilmiyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)'nun Adrese Dayalı Nüfus Sayımı Sistemi ilginç bir gerçeği ortaya koydu. Sisteme girilen verilere göre, ülke genelinde 4 milyon 640 bin kişi okuma yazma bilmiyor. Okur yazar olmayan nüfusun 3 milyon 730 bin 553'ünü ise kadınlar oluşturuyor (Haydi kizlar okula diye cirpinmalar bundan zira). TÜİK'in 2009 verilerine göre Türkiye'de 56 milyon 793 bin kişi okuma yazma biliyor. Oran bazinda okuma yazma bilmeyenlerin oranı ise yüzde 7,68. Nüfusun yüzde 6.61'inin ise okuma yazma bilip bilmediği tespit edilememiş durumda (Bu hesaplar 0-6 yas arasi haric tutularak yapilmistir). Eger bu kisileri de okuma yazma bilmeyenler kapsamina sokarsak ulke genelinde 8 633 541 kisi okuma yazma bilmiyor. Buna ilaveten 13 milyon 491 bin kisi okuma yazma bilmesine ragmen ilkokula dahi gitmemis. Yani ne yazik ki 23 milyon 115 bin kisi ilkokul mezunu bile degil ulkemizde. Bir diger ifadeyle nufusun neredeyse 3'te biri okul yuzu gormemis. Yine ayni TUIK verilerine gore 18 milyon 204 bin kisi ilkokul mezunu (okuma yazma bilenlerin %32'si ilkokul mezunu). Buna karsilik yüksek lisans yapan kişi sayısı 279 bin olarak kayıtlara gecmisken, doktora yapanların sayısı sadece 79 bin. Aslinda bu sayilar neden "facebooktan" memleketi kurtaramadigimizin da adeta resmi. Zira aslinda sandigimiz kadar cok degiliz. Mukayese etmek babinda yardimci olmasi hasebiyle birkac ulkeden ilkokul mezununun nufustaki oranina ornek vereyim. 31 OECD (Organisation for Economic Co-operation and Development, Ekonomik Kalkinma ve Isbirligi Orgutu) ulkesinden bazilarinin aldiklari en yuksek egitim sadece "anaokulu egitimi ile ilkokul egitimi olan" yetiskinlerin toplam yetiskin nufusuna oranlari soyle: Avusturya (Ortaokul ile birlikte) yuzde 2, Almanya yuzde 3, Ingiltere 0'a yakin, ABD yuzde 4, Slovakya yuzde 1 ve Macaristan yuzde 2. Bizde nufusun yarisindan fazlasini olusturan maksimum ilkokul egitimi almis insanlarin dunyadaki karsiligi bu sekilde.

"Yoksulluk teriminin ilk tanımı, 1901 yılında Seebohm Roventree tarafından yapılmıştır. Bu tanıma göre; yoksulluk toplam gelirin, biyolojik varlığın devamı için gerekli olan yiyecek, giyim vb. asgari düzeydeki fiziki ihtiyaçları karşılamaya yetmemesi olarak gerçekleştirilmiştir. İnsan sadece yemek ihtiyacı olan bir varlık değildir. Başta gıda olmak üzere giyim, barınma, eğitim, sağlık, altyapı, kültür, ortak yaşama ve buna benzer ihtiyaçları olan kutsal bir varlıktır. Dunya'da iki milyar beş yüz milyon insan Dünya Bankası tarafından belirlenen günlük 2 ABD doları olan yoksulluk sınırının altında yaşarken, bir milyar iki yüz milyon insan ise günlük 1 ABD doları olan açlık sınırının altında yaşamını sürdürmektedir. Dunya'da her gün 25 bin kişi açlık yüzünden hayatını kaybediyor. Bu, her uc bucuk saniyede bir –çoğunluğu çocuk olmak kaydıyla- bir insanın gozlerini kapamis oldugu anlamina geliyor bu acimasiz dunyaya. 2009 verilerine gore her yıl yaklaşık olarak 18 milyon insan yoksulluğa bağlı sebeplerden dolayı çok erken yaşta ölmektedir. Bu rakam toplam insan ölümlerinin üçte birine eşittir. Her gün 34.000’i beş yaşın altında çocuklar olmak üzere 50.000 insan yoksulluğa bağlı sebeplerden dolayı ölmektedir

İnsanlar topluluklar halinde yaşamaya ve üretim ilişkilerinde bulunmaya başladığından bu yana yoksulluk hep var olmuştur. Yoksulluğun kökenlerinin ana hatlarıyla sosyal bir sorun olarak ortaya çıkışını 17. yy başlarından izlemek mümkündür. Başta liberalizmin en büyük teorisyeni ve öncüsü olan John Locke olmak üzere 17. yy. liberal kuramcılarının en baştan yoksulluk sorununa eğilerek özel mülkiyet haklarını savunurken bunun yoksulları dışlamaması gerektiğini, geçimlik yaşam hakkının sosyal düzenin güvenliği açısından gerekli olduğu ve bunun toplumun, yoksulların refahını sağlayacak bir artış yaratılmasıyla sağlanabileceği yaklaşımı içinde oldukları söylenebilir." (Dunya'da ve Turkiye'de yoksullugun analizi-Ozge Arpacioglu, Metin Yildirim)

Yoksullugun tanimini ve dunyadaki yoksulluk parametrelerini verdikten sonra gelelim yeniden memleketimize. Yoksul muyuz? Gozumuzu toprak doyursun, ulke ekonomimiz %8.5'lerle buyurken, kisi basina dusen gelirlerimiz 3 katlarina cikarken yoksul kalmak mumkun mu bu memlekette?

Bu kadar buyumeye ragmen memura yapacagi en ufak bir zammin bizi Yunanistan'a cevirecegini aciklamaktan da geri durmuyor basbakan. Toplamda 3 bin sirketin kapandigi ve feryat figan eden Ispanyollar karsisinda son 1 senede 450 bin isyerinin kapandigi ama kimsenin gikinin cikmadigi bir ulkenin basbakani cunku hamdolsun. Yine o, tum bu yasananlara ragmen 1.4 euroya benzin satan Ispanya ya da 1.7 euroya benzin satan Yunanistan'in degil 2.1 euroya benzin satan bir ulkenin basbakani cunku.

"Aslinda onümüzde bir Türkiye tablosu var. Hep birlikte karşısına geçip şu tabloya bir bakalım! Deniyor ki Türkiye Çin’den sonra dünyada ekonomisi en hızlı büyüyen ikinci ülkedir. Ust üste ihracat rekorları kırmaktadır. Kişi başına gelirini son on yılda üç kat arttırmıştır. Çok güzel! Lakin buna mukabil Türkiye’nin dış borcu da son on yılda üç kat arttı. İthalat yani aldığı sattığının çok çok üstünde gerçekleşti. İşsizlik, büyüdüğü söylenen ekonomiye rağmen, azalmadı. Kayıt dışı ekonomi ve istihdamda anlamlı bir gelişme sağlanmadı. Özelleştirmeler yoluyla kamu iktisadi kuruluşlarının neredeyse tamamı satıldı ve/veya kapatıldı. Bu kuruluşlarda çalışan yüz binlerce işçi zorla emekli edildi, işsiz kaldı ya da hak ve ücret kayıplarıyla güvencesiz çalışmaya mahkûm edildi. Sosyal hakları iyileştirmeyen, ücretleri yükseltmeyen, çalışma şart ve koşullarını insanileştirmeyen, istihdamı arttırmayan, işsizliği azaltmayan bir ekonomik büyüme en nihayetinde sadece patronların daha da zenginleşmesine hizmet edecektir, etmektedir. Mesele oburca ekonomik büyümede değil -doğayı ve insanı gözeten- büyümenin kazanımlarının adil ve eşit toplumsal paylaşımını sağlamaktadır. Lakin AKP hükümetinin buna ne niyeti vardır, ne de sınıfsal çıkarları buna izin verir. AKP hukumeti borçla büyüyen, kazandığından fazlasını harcayan, gelir-gider dengesi bozuk, milyonlarca işçi ve emekçinin geleceğini ipotek eden neoliberal bir politika izliyor. AKP politikalarıyla sağlanan bu ekonomik büyüme; yüksek vergi, düşük maaş, ağır çalışma koşulları, iş ve sosyal güvenceden yoksunlaştırma ve sosyal hakların parçalanmasıyla sağlanmış bir büyümedir!

Başbakan, “Kişi başına milli gelirimiz 2002 yılında 3 bin 492 dolardı, bugün 10 bin 444 dolara ulaştı” diyor! Kişi başı gelir kâğıt üzerinde ortalama 18 bin 500 lira olmuş. Kâğıt üzerinde çünkü bunun anlamı Türkiye’de kişi başı aylık gelirin ortalama 1550, hane başı aylık gelirin 6200 lira olması demektir. Oysa asgari ücret 701 lira. Bizzat Çalışma Bakanı’nın ifadesiyle 5 milyonu aşkın kişi bu ücretle çalışıyor. Pekiyi, nasıl oluyor da 5 milyon kişi 701 lira asgari ücretle çalışırken, 5 milyon kişi de işsiz durumdayken ve daha yeni yaklaşık 2,5 milyon kişi de aylık 295 liradan daha az bir gelir beyan etmişken kişi başı milli gelir 1550, hane başı aylık gelir 6200 lira olabiliyor?
"(Isci Cephesi- 11 Nisan 2012, http://www.iscicephesi.net/gundem-analiz/arka-plan/1596-akp-modeli-ekonomik-buyume-kime-hizmet-ediyor)

Kisi basi milli gelir hesabinda saolsun isci kardeslerim dusuncelerimin sesi olmuslar. Peki nasil oldu da ekonomimiz bu denli buyudu. Türkiye, 2003 başından sonraki 22 çeyrek boyunca kesintisiz büyüme rekoru kırdı. Ancak, ucuz dövize bağlı (bir ara 1.35 tl seviyesine kadar dustu) ithalat artışının etkili olduğu büyüme, Türkiye yerine başka ülkelerin üretim ve istihdamını artırdı.Yani esasinda ithalat odakli, sicak para girisine dayali bir buyumeydi Turkiye'ninki. Zaten istatistiklerde bunu kanitlar nitelikte. Turkiye'ye olan sicak para akisi 2002 yılında 8.9 milyar dolar dolayındaydi, tek parti iktidarının iş başında olduğu sonraki yıllarda küresel finansal sisteme entegrasyonu artan Türkiye’nin verdiği aşırı yüksek faizin spekülatif kara dayalı yabancı fonları giderek artan biçimde kendisine çekmesi sonucu, kartopu gibi büyüdü. 2003 sonunda 15.9 milyar, 2004′te 30 milyar, 2005′te 58 milyar, 2006′da 65.4 milyar dolar olan sıcak para hacmi, 2007'de bu sayi 95.9 milyar dolara kadar yükseldi. Gelelim isin ithalat boyutuna.

-yıl---------------ihracat ($)-------------------ithalat ($)

2011--------134.954.361.571-------240.833.236.364
2010--------113.883.219.184-------185.544.331.852
2009--------102.142.612.603-------140.928.421.211
2008---------132.027.195.626------201.963.574.109
2007---------107.271.749.904------170.062.714.501
2006-----------85.534.675.518------139.576.174.148
2005-----------73.476.408.143------116.774.150.907
2004-----------63.167.152.820--------97.539.765.968
2003-----------47.252.836.302--------69.339.692.058
2002-----------36.059.089.029--------51.553.797.328
2001-----------31.334.216.356--------41.399.082.953
2000-----------27.774.906.045--------54.502.820.503
1999-----------26.587.224.962--------40.671.272.031
1998-----------26.973.951.738--------45.921.391.902
1997-----------26.261.071.548--------48.558.720.673
1996-----------23.224.464.973--------43.626.642.496
1995-----------21.637.040.881--------35.709.010.773
1994-----------18.105.872.075--------23.270.019.027
1993-----------15.345.066.893--------29.428.369.530
1992-----------14.714.628.825--------22.871.055.114

Ovup ovup bitiremedigimiz 2010 yilindan 2011'e gectigimizde ihracatimiz kabaca 21 milyar dolar artarken buna mukabil ithalatimiz 55 milyar dolar artti. Varin nasil buyudugumuzu siz tezahul edin. Ayrica bu son 20 yıllık ihracat/ithalat oranlarına baktigimizda kimse "bu değirmenin suyu nereden geliyor" diye bir soru yoneltmiyor. Aslinda tablo acik, 20 yıldır ürettiğimizden fazlasını tüketmişiz. Aradaki fark da zamlarla, vergilerle (ki bu vergilerin %67'sini dolayli vergiler olusturuyor, yani devlet almasi gerektiginden bu vergileri alamadigi icin tum topluma mal ediyor), satılan kurumlarla, özelleştirmelerle, toprak satışlarıyla karşılanmaya çalışılıyor. Esasinda AKP, 80 yıl didinip, bin bir zorlukla elde ettigimiz devlet teşebbüslerini, fabrikaları, finans kurumlarıni, yollari, kopruleri, hatta ırmaklari bile özelleştirme adı altında  hem de bu işleri müslümanlık örtüsüne sokarak yapiyor.

Bir de su cari acik meselesi var. Hep bu laikcilerin abartmasi aslinda. Ne var yani Amerika'nin da var cari acigi kotu bir sey olsa onlarda da olmazdi. Peki Japonya 177, Almanya 189 milyar dolar cari islemler fazlasi verirken Turkiye neden cari acik veriyor. Oncelikle cari acik nasil hesaplanir.

Cari Açık = İhracat – İthalat + Turizm Gelirler – Turizm Giderleri + Hizmet Gelirleri – Hizmet Giderleri + Yabancı Yatırımlar – Dış Borç Faiz Ödemeleri

seklinde hesaplanir. Cari acik bir ulkenin urettiginden fazla harcamasi anlamina gelir. Aradaki farki ulkeler disaridan borclanarak kapatir. (Prof. Dr. Erinc Yeldan'in yazdigina gore; 2003-2011 yillari arasinda AKP hukumeti doneminde, her 1 tl'lik milli gelir buyumesi icin 4.68 dolarlik dis borc almak noktasina gelinmisti.) Cari acikta muhim olan paranin niteligidir. Eger ki urettiginizden fazla harcamayi yatirim yapmak icin kullaniyorsaniz bu borclarinizi odersiniz; yok eger tuketmek icin kullaniyorsaniz uzgunum bu borc birikecek demektir. Cari acik konusunda cok daha fazla ayrinti ogrenmek istiyorsaniz ya da bazi bakanlarimiz gibi siz de sicak para akisiyla cari acigin kapanacagini dusunuyorsaniz sizi soyle alayim (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19817387.asp).

Bu kadar ekonomik ayrinti yeter. Ulke olarak dogru yolda degiliz bu kesin. Peki tekrar daha once sordugum soruya donersek yoksul muyuz ya da bu ekonomideki kotu gidisin bize yansimasi nasil? Oncelikle yukarida yoksullugun sadece yeme icme ile ilgili degil esas itibariyle insan gibi yasayip yasayamamayla alakali oldugundan bahsetmistim. Peki ulkemizdeki yasam kosullarindan vatandaslarimiz ne derece mutlu?

TUIK Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre Turkiye’de 18 yaş ve üzerindeki bireylerin yüzde 62.1’i kendini mutlu hissediyor. TUIK’in bu Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, Türkler’in aslinda mutlu edilmesi çok kolay insanlar olduğunu da bir anlamda ortaya koydu. Zira tabloya göre 62.6 milyon kişi (nüfusun yüzde 86.5) tatil yapamıyor, 30.2 milyon kişi çatısı akan rutubetli evlerde oturuyor. 30 milyon insan yeterince ısınamıyor. 44.7 milyon kişi taksitle ve borçla yaşarken, 19 milyonu borçlarını ödemekte zorlanıyor. 58 milyon kişi (yüzde 80.3) geliri izin vermediği için yıpranmış mobilyasını değiştiremiyor. TUIK ayrica “eşdeğer hanehalkı gelirini” de hesapladı. Turkiye’de ortalama yıllık kullanılabilir hanehalkı gelirininin 10 bin 774 lira olduğunu vurguladı. Turkiye’de ailelerin ortalama ayda 898 lira gelire sahip olabildiğini ortaya koydu. TUIK’in rakamları, nüfusun yüzde 16,1’inin yoksulluk sınırının altında yaşadığını ortaya koydu. Buna göre kurumsal olmayan nüfus 2011 yılı için yine TUIK tarafından 72 milyon 321 kişi olarak açıklanmıştı. Boylece Turkiye’de kurumsal olmayan nüfusun yüzde 16.1’inin, yani 11.6 milyon insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı devletin resmi rakamlarıyla ortaya konulmuş oldu. Bununla birlikte sürekli yoksulluk riski altında bulunan kişilerin oranı ise yüzde 18.5 olarak ölçüldü. Buna göre Türkiye’de 13.4 milyon kişi sürekli yoksulluk riski altında yaşamını sürdürüyor. TÜİK, “sürekli yoksulluk” oranını, son yılda ve önceki üç yıldan en az ikisinde de yoksulluk riski altında olanlar olarak tanımlıyor. TÜİK rakamları ayrıca, sürekli yoksulluk riski altında olanların oranında sürekli bir artış olduğunu da ortaya koydu. Buna göre bir önceki yıl bu oran yüzde 17.3 idi. Ayrica TUIK “ciddi finansal sıkıntıyla karşı karşıya olma halini” de “maddi yoksunluk” tanımıyla ele aldı. Buna ilişkin değerlendirmede kurumsal olmayan nüfusun % 60.4’ünün, yani 43.7 milyon kişinin ciddi finansal sıkıntıyla karşı karşıya olduğu sonucuna varıldı.

Yine Turk-Is tarafindan her yil duzenli olarak yapilan arastirmanin 2012 sonuclarina gore 4 kisilik bir ailenin saglikli, dengeli ve yeterli beslenebilmesi icin yapmasi gereken gida harcamasi (aclik siniri) 958.01 lira. Gida harcamasi ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakit), ulasim, egitim, saglik ve benzeri ihtiyaclar icin yapilmasi zorunlu diger harcamalarin toplam tutari (yoksulluk siniri) ise 3120.55 lira olarak hesaplanmistir. Yani bu demek oluyor ki TUIK tarafindan 898 lira aylik geliri olan bir aile, 3210 liraya ihtiyac duydugu bir ulkede yasam mucadelesi veriyor. Asgari ucretin bugun itibariyle brut 940.50 lira net 740 lira oldugu ulkemizin basbakaninin memur zammi vesilesiyle tehdit ettigi Yunanistan'da asgari ucret 684 euro. Hep soylemisimdir zaten Turkiye'de hayatta kalmanin doktora konusu olmasi gerektigini. Ayrica bu alni opulesi insanlarin nasil olupta hala hayatta kalabildiklerini anlamak gercekten guc.

Bana gore anlamasi ziyadesiyle guc ama, gonlu zengin anadolu insani hala halinden memnun, hala %62'si mutlu ve 3 secimdir ayni partiyi iktidar yapiyor. Yani aslinda demek istedikleri acliktan surunsek de, omur boyu tatil yuzu gormesek de, hayatimizda bir restorana gidip yemek yemesek de, bir sinemaya gidip elimizde misir film izlemesek de, deniz gormeden Istanbul'da yasasak da, baskasindan alinamayan vergilerden belimizi dogrultamasak da, dunyanin en pahali benzinlerinden birini kullansak da, elektrik-su-dogalgaz-yeme icme fiyatlari cifter haneli buyurken pinpon topu ve dinamit lokumuyla hesaplanan enflasyon tek hanede olsa da biz halimize sukrediyoruz beterin beteri var.

Derdim sukur etmek degil elbette. Elhamdulillah bir musluman olarak bende sukrediyorum sahip olduklarima. Ama sukur sorgulamaya engel degil ki. Sukur bilinclenmeye de engel degil. Sukur goz gore gore ayni hatayi yapmayi hakli cikarmiyor. Sukur hatalarindan ders almaya da engel degil. Bir gun bu sanal ekonomi balonu patlayacak ve o gun geldiginde dilegim odur ki hamdolsun kriz bizi teget gecti dedigimiz icin pisman olmayiz.











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder